KONSOLOS WERRY'NİN BUCA YOLCULUĞU


Ayağımı Türk topraklarına değdirme mutluluğunu yaşadığımda saat akşamüstü altıydı; 3 Mayıs 1793 tarihinde Thames Nehri kıyısından ayrılmış, 56 günlük bir yolculuk sonrasında 28 Haziran 1793 tarihinde Türkiye'ye mükemmel bir sağlık ve güven içinde varmıştım.

Bir yeniçeri ile tırmanarak vardığımız konsoloslukta bizi eğerli atlar bekliyordu. Daha sonra babamın ailesiyle oturduğu Buca ilçesine yolculuğa çıktık. Birkaç atlının yan yana geçmesine izin verecek genişlikteki yol; Frank Sokağı'nın bir bölümünün içinden geçiyordu; daha sonra bir kaç küçük caddeyi geçtik; buralarda atlarımız geniş bir dere ya da başka bir deyişle, ortasından su akan, suyolunun içinden ilerliyordu; su yarım ayak derinliğindeydi ve iki tarafında yaya yolcular için yükseltili bir yol bulunuyordu. Tepelerde, yolcuları güneş ve yağmurdan koruyacak Çin stilinde çatılar yapılmıştı. Bu sokaklarda iki katlı yan yana zor yürüyebiliyordu. Gözlemlediğim, üzerimizde bulunan pencereler, bir tür iç kafes içeriyordu. Alt katlarda yalnızca aralıklı dükkanlar, mutfaklar ve ahırlar bulunuyordu. Bazı yolcular yanımızdan geçerken yeniçerilerimizle selamlaşıyordu. Şimdi; yarım mil uzunluğundaki geniş bir yolun üzerindeydik ve iki yanında mezar taşları; başımız ve ayağımızda büyük selvi ağaçlarının yer aldığı bir mezarlık alanından geçiyorduk. Bu; Manisa, Bursa ve İstanbul'a giden yüksek yoldu. Bir selin üzerinden akan ve mezarlığın yanından geçen - şimdi kuruydu - bir köprüye geldiğimizde, ki bu Karavan Köprüsü olarak adlandırılıyordu; daha küçük bir yola döndük. Köprünün yanında, topraktan teraslı zarif bir kulübenin olduğunu fark ettim; çınar ağaçlarının gölgesindeki dere kenarlarında oturan birkaç Türk, vakarlı bir biçimde bacak bacak üstüne atarak hasırlar üzerine oturmuş, uzun pipolarını içiyor, yarım yumurta kabuğu biçimindeki küçük fincanlarında mocha kahvelerini yudumluyor; satranç oynuyor ve akşamın serinliğinin tadını çıkartıyorlardı. Bu grubu geçtiğimizde; dağın yanından akan kış yağmurlarıyla yıkanmış olduğunu sandığım, pek de rastlanmayan ölçülerdeki taşların arasında bulunan bir dere yatağı içindeki yol; dağın yanından, onu sararak ilerliyordu. Sağımıza üzüm bağlarını, altımıza derin bir dere yatağını alarak, yarım saatten daha fazla bir süre yalçın bir tepeyi tırmandık. Zirveye vardığımızda; kuzeyimizde bulunan alçak tepeler boyunca uzanan ve yolumuzu çaprazlamasına kesen bir su kemeri bulduk. Su kemerleri altından geçtik ve yeşil çimenlerle kaplı alçak tepeler boyunca yolumuza devam ettik. Sağımızda; güney sınırında resim olmaya elverişli güzel bir dağ dizisi içeren, doğudan uzanan bir düzlük vardı. Boyunca ilerlediğimiz tepeler, aşağı indikçe önümüzde küçük bir düzlüğe dönüşmüştü; altımızda uzanan büyük ve dağınık Buca köyünü şimdi belirgin bir biçimde görebilmiştik. Yolumuz Buca'ya doğruydu ve babamın kır evi burada bulunuyordu. Kule gibi yükselen bazı selvi ağaçları yanındaki cami (not 1); bir Hıristiyan kilisesi (not 2); birkaç büyük ev ve geniş bahçeler en belirgin nesnelerdi görünen. Bunun arkasında, üzerinde gezindiğimiz tepelere benzeyen tepeler vardı; biraz uzağımızda bulunan yüksek, cesur ancak çıplak zirveli Tatarlı Dağı (not 3) üzerindeki köşkler, düşünce ve hayallerimizi yücelterek manzarayı tamamlıyordu. Kısa zamanda düzlüğe indik ve Buca köyüne ulaştık.

Francis Werry, 1793



Not 1: Hangi caminin kastedildiği anlaşılamamıştır ancak Feyyaz Erpi, ''Buca'da Konut Mimarisi (1838-1934)'' isimli kitabında 36. ve 38. sokaklar arasında eski bir cami olduğu yönünde tahmin yapmıştır.

Not 2: Buca'da bilinen en eski Rum kilisesi 1796 tarihli Yukarı Aya Yani Kilisesi'dir. Muhtemelen burada da kastedilen bu kilisedir.

Not 3: Kaynaklar köyünün eski ismi Tahtalı'dır. Burada kastedilen Kaynaklar köyünün eteklerini oluşturduğu Nif Dağı olmalıdır.



Buca'da da bir evi olduğu bilinen İngiliz Konsolosu Francis Werry'nin anıları, Werry ailesi ile akrabalık ilişkileri bulunan Rees ailesinden Tom Rees'in ''Merchant Adventurers in the Levant'' isimli kitabında yayımlanmıştır. Anılarının Buca ile ilgili bu kısmının Türkçe çevirisi ise Mehmet Ali Demirbaş'ın ''Rees Köşkü: Levanten Malikanesinden Eğitim Fakültesine'' isimli kitabından alınmıştır. 



Kaynak: Merchant Adventurers in the Levant: Two British Families of Privateers Consuls & Traders, 1700-1956, Tom Rees, 2003