Bostan ve kenar mahallelerden ilerledikten sonra, Kadifekale'nin güneyindeki Kutsal Hanne Vadisi (günümüzde Yeşildere) denilen yerde demiryolu aşağıya doğru iniyor. Biraz yukarı çıkıyoruz ve iki yüzyıl önce büyük Köprülü vezirlerinden biri tarafından yapılmış ya da restore edilmiş olan bir su kemerinin gerildiği Meles Çayı'nın kıt bir şekilde aktığını görüyoruz. Sağda antik bir köyün temelleri olan taş parçaları var. Biraz aşağısında bir deprem tarafından uzun süre önce yıkılan Homeros Mağarası var ve yerel inanışa göre Homeros'un şiirleri Meles Çayı'ndaki bir su perisi tarafından dinlenmiş. Mağaraya yakın bir yerde, Meles'i kesen ikinci bir su kemeri var. Aşağıdaki Roma, yukarıdaki Türk su kemeridir.

Paradiso (günümüzde Şirinyer) İstasyonu'na varmadan sağ tarafta, tam karşısına geçici bir istasyon açıldıktan sonra 31 Temmuz ve 1 Ağustos'ta hacıların uğrak yeri haline gelen İlyas Peygamber'in manastırı var.

Sol tarafta ise üzüm asmalarıyla kaplı ovasından yarım mil ileride bulunan ve resmedilmeye değer Buca kasabası görülüyor.

Paradiso İstasyonu, Büyük ve Küçük Paradiso (not 1) köyleri, Homeros mağarasına (not 2) ve su kemerine yakın konumda. Burada bir kafe evi ve Buca'ya doğru bir tren hattı var. 

Buca kasabası, 4,000 nüfusu ile İzmirliler için en büyük yazlık sayfiye yerlerinden bir tanesi ve en görülmeye değer olan aylar yaz ve bahar ayları. Bir kaç tane iyi yapılmış köşk var. Bir Rum olan Bay Baltazzi'ninki, 1863'te Sultan Abdülaziz tarafından ziyaret edilmiş. Merhum John Maltass'ın köşkünde (not 3) ise Türk köşklerine benzer yanlar var. 1865'te yapılmış bir İngiliz kilisesi var. Katoliklerin de bir kilisesi var. Rumlar ise büyük bir kiliseye ve okullara sahipler. Müslüman nüfus az ve fakir. İki küçük otel, kahvehaneler ve bir pazar var. Kasabanın festival günü 6 Temmuz'daki Hazreti Yahya (Rumca Aya Yani) günü. Bu günde, kasaba Greenwich Fuarı gibi, Roman çalgıcıları, dans eden çalgıcılar, yanan meşaleler, kandiller ve fişekler ile dolup taşıyor. Rum ve Arnavut dansı oynandığı görülüyor ve nadiren de Türk dağlı müziği duyuluyor. Hazreti Yahya Günü'nde İzmir etkisinin hissedildiği bir akşam geçit töreni oluyor. Buca'nın yukarı kesimindeki köşkler, ovaya ve körfezdeki dağlara doğru güzel bir manzara sunuyor. Ova gür bir şekilde üzüm bağlarıyla dolu ancak mısır mahsülleri kötü durumda. Buca'da iyi şaraplar da yapılıyor. Mescid ya da küçük camii, büyük porfir bloklarıyla ve mermerle yapılmış, ayrıca Tralles ve Efes tarzında eklenmiş dört köşeli sütunları içeriyor. Bu ve bunun gibi kalıntılar Roma döneminden kalma bir sarayın varlığına işaret ediyor. (not 4)

Bahar aylarında iyi sürüşler ve piknik yapmak için ovada pek çok yer var. Gezinti yapmak için; Tahtalı (günümüzde Kaynaklar köyü), Seydiköy 3 mil; Paradiso, Homeros Mağarası 1.5-2 mil; İzmir Hipodromu 1 mil; Kokluca patikayla 2.5 mil; Buca'dan Karataş'a ve Büyük Paradiso'dan İzmir'in başlangıcına kadar 4 mil; Kozağaç yarım mil.

Biraz ileride solda, İzmir Hipodromu var. Buca Ovası'nı geçip, git gide daha da belirgin halen gelen tebeşirli bir bölgeden geçiyor ve eski Seydiköy yolu üzerinde sütunların olduğu bir mezarlıktan geçiyoruz.

Not 1: Büyük ve Küçük Paradiso denilerek ne kastedildiği anlaşılamamıştır. Ancak bir tahmin, su kemerlerinin olduğu yerin Büyük Paradiso, Osmanağa suyunun doğduğu günümüzdeki Şirinyer Parkı'nın olduğu yerin ise Küçük Paradiso olarak tanımlandığı şeklindedir.

Not 2: Georg Weber, 1899 tarihli kitabında ''Homeros mağarası'' denilen yerin Bizanslılar Dönemi'nde toprak boruları sokmak için kazılan bir oyuktan başka bir şey olmadığını yazmıştır.

Not 3: Maltass Evi'nin yeri tespit edilememiştir ancak Dokuzçeşmeler civarında olduğu tahmin edilmektedir.

Not 4: Sözü edilen mescidin yeri bilinmemektedir ancak Feyyaz Erpi kitabında eski bir caminin yerine ilişkin bir tahmin yapmıştır. Bu tahminine göre burası, 38. ve 36. sokaklar arasında kalan arsadır.

(İngilizce'den Türkçe'ye çevrilmiştir.)

Kaynak: Handbook for travellers in Constantinople and Turkey in Asia, John Murray, 1878.



İzmir'in güney-doğusunda hoş bir vadi, onun kuzey tarafında da Buca denilen şirin bir köy bulunuyor. Burada Avrupalıların kır evleri bahçeleri, selvi ağaçları dikili arazileri bulunuyor. Vadinin ortasında aquadükler aracılığıyla şehrin su ihtiyacını karşılayan bir kaç kanal var ve Meles Çayı bunların güneyinde uzanıyor.

Kaynak: A Description of the East and Some other Countries, Richard Pococke, 1745.



Buca'ya gelir gelmez hemen Bay Mann'ın evine gittik. Oradan da Baron d'Hochepied'in güzel bahçesine gittik. Burada en çok 240 adım uzunluğunda ve 200 adım genişliğinde olan ve her tarafı selvi ağaçlarıyla çevrili olan hayvanat bahçesi çok hoşuma gitti (not 1). Hayvanat bahçesinin ortasında eski zamanlardan kalma çok büyük bir çeşme varmış ancak deprem sonrası yıkılmış ve bu yüzden de bahçede su yoktu. Bahçede gördüğüm hayvanlar genelde ceylandı. Renk olarak geyiğe, yapı olarak ise karacaya benziyorlardı ve bahçe küçük olduğundan oldukça evcilleşmişlerdi. Bay Mann'ın evi gördüğüm kadarıyla en güzel olanıydı. Büyük yemek salonunun yanı sıra otuz odası daha vardı. Bahçesi çok büyük değildi ancak ev bir prensin şatosu kadar güzeldi.

Not 1: Baron d'Hochepied'in bahçesi olarak kastedilen bahçe hakkında ancak tahmin yapabiliyoruz. Ne var ki, Buca'da bu tür büyük ve zengin bir bahçe ancak günümüzdeki Hasanağa Bahçesi olabilir. Aliotti ailesindeyken de bahçede pek çok farklı türden hayvan olduğu bilinmekte. 

Kaynak: Der Leitungen des Höchsten nach seinem Rath auf den Reisen durch Europa, Asia und Africa, Stephan Schulz, 1771



Buca zeytin ve selvi ağaçlarının gölgesine karışan kırmızı zakkum kümeleri ve mersin ağaçlarının beyaz çiçekleri arasında bir resim gibi duran sayfiye evleriyle İzmir ve çevresinin en güzel yerlerinden biriydi. Buca'ya dar ve değişik yollara ayrılan patikalardan gidiliyordu ve henüz araba ile ulaşım sağlanmıyordu. Şehirde tek arabaya sahip olan İngiliz Konsolosu'nun eşi Bayan Berry'nin (not 1) Buca'ya gidip gelebilmesi için özel bir yol yaptırılmıştı. Fakat o yol da araba yolculuğu için rahat değildi.

Buca'da misyoner Jetter'in evinde geçirdiğimiz süre rahat fakat aynı zamanda bir o kadar da ilginçti. Burada ilk kez İngiliz aile hayatını tanıma fırsatını buldum. Her ne kadar yabancı geleneklerle karışarak tipik İngiliz karakterini kaybetmiş olsa da, bazı temel özellikleri halen duruyordu. Bunun yanında, Pazar günü kiliseye gitme konusundaki çok katı olan alışkanlıklarını hoş karşılamamıştım. İnsanın bütün bir gününü ibadete vermesinin mantığını anlamıyordum. Başlarda sessiz çevrede yapılan sohbetlerde insanın daha büyük bir karaktere ulaşacağını sanarak büyük hayranlık duymuştum. Kendileriyle yakınlaştıktan sonra ise pazar günleri öğleden sonraları kendilerine yaptığım ziyaretlerde onları kitap okurken görüp sıkılmaya başlamıştım.

Lotty'nin (uşak) neden olduğu bir olay yüzünden az kalsın Buca'daki güzel evden oluyorduk. Kendisini evin geleneklerine uyması ve pazar günleri dünyevi işlerden kaçınması konusunda tembih etmiştim. Zavallı Lotty ise pazar günleri evin önünde kutsal kitap ile oturmaktan çok sıkılmaktaydı. Bir pazar günü kendisine de evin geleneklerine uyması konusunda tembih verilen Rum bir uşak yanına gelmiş. Her ikisi de mimiklerle ve sözel olarak burada pazar günlerinin sıkıcılığından ve kendi ülkelerinde pazar günlerinin ne kadar da eğlenceli olduğundan bahsediyorlarmış. Sonra Lotty bir anda yerinden zıplayarak yanındakine vals göstermeye başlamış. O anda çınar ağacının oradan bir ses duymuş ve ev sahibi olduğunu anlamış. Sinirden yüzü kıpkırmızı olmuş olan Bay Jetter, Lotty'i dinsel geleneklere saygısızlıkla suçlamış ve kendisine bağırmış. Zavallı Lotty yanıma geldiğinde gözleri yaş içindeydi ve soluk soluğaydı. Evin saflığının kirlendiğini düşünen Bay Jetter'i olayın masumiyetine ikna etmek hiç de kolay olmamıştı. Ancak Bayan Jetter ve Helfer geldiğinde olay yatışabilmişti. Bu olaydan sonra Lotty'i bir daha hiç neşeli görmedim. 

Not 1: Esasında Berry değil Werry'dir. İngiliz Konsolosu Francis Werry kastedilmiştir. Werry'ler muhtemelen Werry Köşkü'nün ilk sahipleriydiler.

Kaynak: Travels of Doctor and Madame Helfer in Syria, Mesopotamia, vol 2, Pauline Nostitz, 1878



Akşam saat altıda geçtiğimiz bekçi kulübesinden Buca'ya bir saatlik yolumuzun kaldığını öğrendik. Buca, İzmirli Frenklerin sayfiye evlerinin ve görmem tavsiye edilen İngiliz Konsolosu Bay Werry'nin evinin olduğu köydü. Moralim düzelmeye başlamıştı. Solumuzdan çakal ve kurt ulumaları geldiği halde Seydiköy'ün yakınından geçtik. Bir süre sonra rehberimiz yolu kaybetti ve üç saat boyunca sık ağaçlı bir ormanın içinde acınacak şekilde dolaşıp durduk. Daha ileriye gitmekten vazgeçerek, geceyi geçirecek bir barınak bulmaya karar verdiğimiz bir sırada, çatısı olmayan iki ev yıkıntısı gördük ve sonradan kendimizi geniş bir yolda bulduk. Bu yol bizi on beş dakika sonra Buca'ya getirdi. Bay Werry'nin sayfiye evinin (not 1) kapısını uzun süre çaldığımız halde açan olmadı ve kendisinin İzmir'de olduğunu öğrendik. Ancak bize köyde ticaretle uğraşan başka bir İngiliz ailenin olduğu söylendi. Bu sefer onların kapısını çaldık ancak içeriye kabul edilmemiz bir hayli güç oldu. Nedenini daha sonra anladık. Ben kapıya gelen hizmetliye önce Rumca hitap etmiştim. Oysa köyde bir gün önce olaylar yaşanmış, bir cinayet işlenmiş ve meğerse beni de köyden biri sandıkları için başta kapıyı açmak istememişler. Yabancı olduğum anlaşılınca hemen içeriye alındım. Bay Goo ve eşi beni çok iyi karşıladılar. Yemeğe davet ettiler ve rahat bir gece geçirmemi sağladılar. Ertesi gün Bay Goo'nun geniş bir araziye sahip olan çiftliğini (not 2) gezdikten sonra İzmir'e doğru yola çıktık.

Not 1: Bay Werry'nin evinin Werry Köşkü olma ihtimali kuvvetlidir. Ancak Edward de Jongh, kendisi ile yapılan bir söyleşide bu evin Aliberti Köşkü de olabileceğini söylemiştir.

Not 2: Bay Goo'nun evinin Gout Köşkü ve evin bulunduğu arazinin günümüzde Dokuz Eylül Üniversitesi Dokuzçeşmeler Yerleşkesi'nin bulunduğu arazi olduğu anlaşılmaktadır.

Kaynak: Journal of a Tour in the Levant, William Turner, 1820