BUCA'NIN ARKA BAHÇESİ: YÖRÜK KÖYLERİ


– Önsöz –

Tarihi İzmir-Efes yolunun ve Ege’nin en önemli liman kentlerinden İzmir’in (Smyrna) yakınında yer alan Buca Ovası, tarih boyunca farklı medeniyetler tarafından yurt edinildi. Ege’nin sıcak sularının getirdiği nemden uzak, etrafındaki tepelerden esinti alan, serin bir iklimi ve tarıma uygun toprağı vardı. Ayrıca üç tarafını saran tepeler sayesinde su sıkıntısı da çekmemekteydi. Buca Ovası’nı doğudan kesen tepeleri aşıp, Nif Dağı’nın eteklerine bitişik topraklara geldiğinizde ise yükselti arttığı için sıcaklık düşmekte, su kaynakları çoğalmakta ve verimli topraklar devam etmekteydi.

Bugün Buca Ovası tamamen apartmanların altında kaldı. Ancak Buca’nın doğusunda, Nif Dağı’na komşu olan köylerde halen kırsal hayat devam ediyor. Elbette eski yöntemler yok. Tarımda makineleşme buraya çoktan gelmiş. Köylülerin dediğine göre hayvancılık da büyük oranda terk edilmiş. Yani buralarda da hiç bir şey eskisi gibi kalmamış. Ancak halen büyük bir yapılaşma söz konusu değil. Köylere gittiğinizde, devasa Buca’nın yanı başında olan bu köylerin olabildiğine bakir kaldığına halen şükredebiliyorsunuz.

Yazıdaki esas amaç olan tarihi açıdan bölge incelendiğinde ise bazı eski yazılı kaynaklar bize şaşırtıcı ve heyecan verici bilgiler veriyor. İzmir’de yaşamış bir Fransız olan Aristote Fontrier, 1892 yılında ”Lembos Manastırı” isimli bir kitap yayınlamış. Kitapta, Nif Dağı’nın batısında bazı antik yerleşmelerden bahsediyor. Bu antik yerleşmelerden ileride çokça bahsedeceğiz. Tarihte ileriye doğru yolculuk yapıyor ve Osmanlı Dönemi’nde de bu bölgede köylerin olduğunu geçmiş belgeler ve haritalardan anlayabiliyoruz. Yani sadece Buca değil, çevresinde de antik çağa kadar uzanan yerleşmeler hep olmuş.

Buca’ya bağlı olan köyler Kaynaklar (not 1), Kırklar, Belenbaşı, Doğancılar ve Karacaağaç köylerini tarihi açıdan inceleyeceğiz. Bu köylere ek olarak Bornova’ya bağlı olsa da, Buca ile hem geçmişte hem de bugün daha fazla ortaklığı olan Gökdere köyüne de bakacağız. Bu istisna dışında, Buca’nın ilçe sınırları dışına çıkmamaya çalışacağız. Ayrıca çoğunlukla Buca topraklarından geçen antik Karapınar su yolundan da bahsedeceğiz. Bu çalışmada bugüne kadar ortaya çıkarılan ancak az bilinen bilgiler ön plana çıkarılmış olacak. Bilinmeyen bazı bilgilerden de ilk defa bahsedilecek ve yer taramasıyla daha da somutlaştırılacak.


– Kaynaklar köyü –

Buca’ya bağlı köyler arasında Buca’ya en yakını ve en çok bilineni Kaynaklar köyüdür. Akla ilk gelen yeri köy meydanı ve buradaki devasa ağaçlardır. Tahtalı Çayı’nı oluşturan bir kolun buradan geçmesi de meydana güzel bir hava katar. Kaynaklar köyü aynı zamanda Buca’nın en çok yapılaşan köyü. Halk büyük oranda hayvancılığı terk etmiş. Tarım ise devam ediyor. Ancak yapılaşma devam ederse tarımın da geleceği konusunda soru işaretleri doğabilir. Köy dışından köye büyük bir rağbet olması arsa fiyatlarını katlamış. Pek çok insan da haliyle arsalarını yapılaşma için satmaya başlamış. Yine de Kaynaklar köyünün betonlaştığını söylemek için erken.


Kaynaklar köyünün kuruluşu ile ilgili diğer Buca köylerinde olduğu gibi tahminden öteye gidemiyoruz. Buca’nın en eski köyü olduğu söylenebilir. Kuruluş tarihi 1700’lü yılların sonu ile 1800’lerin ortası arasında olmalıdır. Köyü kuranlar eski dönemlerde İzmir’in güneyindeki bölgelerde nüfusun önemli bir bölümünü oluşturan Yörük Türkleridir. Eski kaynaklarda köyden ”Tahtalı” ya da ”Tahtalıköy” olarak bahsedilmektedir. Kuzeydoğusundaki Tahtalı Dağı’nın eteklerinde kurulu olduğu için bu ismi almıştır. Tahtalı Dağı’ndan ismini alan bir de Tahtalı Çayı vardır ki bu çay kuzey ve doğudaki tepelerden gelerek Kaynaklar Köyü’nün içinden ve aşağısındaki ovadan bir kaç kol halinde geçer. Bu kolların hepsi Buca yolu civarında birleşerek Tahtalı Çayı’nı oluşturur ve Torbalı yönüne doğru ve en nihayetinde de Seferihisar Körfezi’ne akar.


Anadolu’daki Yörüklerin çoğu geçmişte göçebe bir yaşam tarzına sahipti. Bu yaşam tarzının Orta Asya’dan miras gelen bir gelenek olduğu söylenir. Kaynaklar köyünü kuran Yörük aileler de geçmişte göçebe bir yaşam şekline sahipti. Muhtemelen bir grup Yörük aile Kaynaklar’da yerleşik yaşama geçmeyi planladı ve o zamanki adıyla Tahtalı köyü kurulmuş oldu. Belki köyü ilk kuranlar 1800’lü yılların başlarında burasını sadece kışlık olarak kullanıyor ve yazları daha serin bölgelere gidiyorlardı. Eski haritalar sayesinde, 1800’lü yılların ortasında köyde kalıcı bir yerleşmenin olduğu kesinlik kazanıyor (not 2). Şunu belirtmek gerekir ki, o dönemde köyün nüfusu bir hayli az sayıda olmalıdır. 1891 yılında bile Tahtalı köyü nüfusundan 48 hane ve 273 kişi olarak bahsedilmekte. Bucalı Levanten ailelerden Forbes ailesinden David Forbes, 1919 yılına tarihlenen bir mektubunda Tahtalı köyünden 70-80 evden oluşan bir Yörük köyü olarak bahseder. O günün Türkiye ortalamasına göre her evde beş kişinin yaşadığı düşünülürse; köy nüfusu 500 kişiyi geçmeyecektir. Tahtalı nüfusunun savaştan ne kadar etkilendiği tam olarak bilinmiyor. Ancak savaş sonrasında nüfusunun biraz daha arttığı görülmekte. 1927-1928 İzmir Vilayet Salnamesi’ne göre Tahtalı nüfusu 108 haneden oluşmakta ve 418 kişi olarak sayılmıştır. Bu artışı, Balkan coğrafyasından gelen göçlere bağlayabiliriz. Selanik başta olmak üzere bazı Balkan yörelerinden Kaynaklar köyüne göçlerin olduğu biliniyor. Tahtalı 1920’li yıllarda diğer Buca köylerinin aksine İzmir merkez kazasına bağlı olan tek köymüş. Buca’nın günümüzdeki diğer köyleri o dönemde Torbalı kazasına bağlıymış. Buca’nın ise o dönemde kaza olmadığını ve Tahtalı gibi İzmir merkez kazasına bağlı bir kasaba olduğunu da hatırlatalım. Buca’nın Kızılçullu, Tahtalı ve günümüzde Karabağlar’ın bir parçası olan Uzundere ile birleştirilerek nahiyeye dönüştürülmesi 1930 yılında olacaktır. Buca nahiyesine 1937 yılında Belenbaşı ve Kırklar köyleri de katılacaktır.

Köyün nüfusu 1955 yılında 934 kişi olarak belirtilmiş. Yani 30 seneye yakın bir zaman diliminde iki katına çıkmış. Buraya ayrı bir paragraf ayırmak gerekir çünkü bu dönemde Kaynaklar köyü Balkan bölgesinden önemli bir göç almıştır. Artışın esas sebebi de bu olmalıdır. Kaynaklar köyü kuruluş itibarıyla bir Yörük köyü olarak bilinse de, önemli sayıda Balkan göçmeni de barındır ki bu durumu da Kaynaklar’ı diğer Buca köylerinden demografik olarak biraz ayırmaktadır. Kaynaklar köyünün nüfusu istikrarlı bir şekilde ilerleyen yıllarda artmış. 1990’lı yıllarda köy nüfusu 2000’i gibi geçince, yasa gereği 1998 yılında belediyeye dönüştürülmüş. Belediyede iki mahalle oluşturulmuş. Batıda, İzmir-Aydın otobanı ve Gökdere’ye komşu 29 Ekim Mahallesi var. Doğuda ise tarihi köyü ve çevresini alarak Nif Dağı ve diğer Buca köylerine komşu olan Merkez Mahallesi bulunmakta.

Kaynaklar köyünün yerlileri köyün geçmişi hakkında bazı bilgiler veriyor. Köy geçmişte muhafazakar bir yermiş. Kadınlar köy meydanından geçerken başını eğerek geçermiş. Sonraki senelerde bu durum değişmiş. Artık köyün kadınları da ürettikleri yiyecekleri, meyveleri, sebzeleri meydanda satarak para kazanır duruma gelmişler. Köyün erkekleri ise eskiden boş zamanlarında meydandaki çınar ağaçlarının altında oyunlar oynarmış. Köy meydanında eskiden daha fazla su akmaktaymış ancak artık bazıları kaybolmuş. Köyde Yunanistan’ın Serez ve Selanik bölgelerinden gelme pek çok aile varmış. Eskiden köyde tütüncülük ve bağcılık önemli yer tutmaktaymış. Köye ilk okul 1932 senesinde yapılmış.

Kaynaklar tarihinden bahsederken, günümüze gelemeyen ancak ismini anmadan da geçilmemesi gereken Çorlu denen bir köy var. Bu köy günümüzdeki Kaynaklar Köy Meydanı’na sadece 1,5 kilometre uzaklıkta, güneydoğusundaki tepenin batı yamacındaydı. Frontrier, kitabında burada Orta Çağ’dan kalma bir bina olduğundan bahsetmiş. 1891 yılında köyün nüfusundan 19 hane ve 230 kişi olarak bahsedilmiş. Bu sayı o dönemde Tahtalı ile neredeyse aynı. Köylülerin söylediğine göre, 1800’lü yıllarda Çorlu sadece yaylak olarak kullanılmakta ve kışlak için Ayrancılar tarafına gidilmekteymiş. Sonraki yıllarda Ayrancılar’da sıtma hastalığı çıkınca Ayrancılar tamamen terk edilerek Çorlu’ya kalıcı olarak yerleşilmiş. Ancak köy uzun ömürlü olamamış. Yunan İşgali sırasında köyü dağıtmışlar. Köylülere göre ise arazisi daha uygun olduğu için bir grup köylü Belenbaşı’na gelmişler. Diğer köylüler de zamanla köyü terk ederek Belenbaşı’na yerleşmiş. 1923 verilerine baktığımızda köyden 14 haneli, 126 nüfuslu bir yer olarak bahsediyor. Bu durum da köylülerin dediğini doğrular nitelikte. Köy savaşta tamamen haritadan silinmemiş ancak belli ki savaştan etkilenmiş ve nüfusunda azalma meydana gelmiş. Daha ileri tarihli kaynaklarda köyden bahsedilmiyor ki bu da köyün gerçekten de 1920’li yıllarda terkedildiği anlamına gelir.

Anadolu köylerinde tarihi yapılar incelendiğinde çok fazla tarihi yapı görülmez. Bunun sebebi, geçmişte imkanlar kısıtlı olduğundan dolayı köylülerin uzun yıllar dayanacak binalar yapma yoluna gidememesi olmalı. Daha çok cami ve çeşmelerin bozulmadan kaldığı görülür. Buca köyleri de tarihi yapılar bakımından fazla zengin değil. Ancak tarihi yapılar hiç yok da değil.

Buca’dan gelen yoldan Kaynaklar sapağına ulaşıp, sağa dönüp Belenbaşı’na giden yola girildiğinde, bir süre ilerleyip Kaynaklar’dan gelen Tahtalı Çayı’nı köprü ile geçersiniz. Geçmişte de bu yol daha güneydeki bölgelere ulaşmak için kullanılmaktaydı ancak çayın biraz daha aşağısında olmalıydı ki, yolun az aşağısında taş bir köprü bulunur. Aristote Fontrier, Lembos Manastırı isimli kitabında, Ludruk Çiftliği’ni geçtikten sonra bir köprüden geçtiğini ve Çorlu isimli yere geldiğinden bahseder. İşte o taş köprü bu köprü olmalıdır. Köprü, tipik bir Batı Anadolu köprü mimarisi ile yapılmış. Dere yatağını, tek ve geniş bir kemer ile geçmiş. Geçmişte kemere bitişik olan iki büyük selyaran da varmış. Şimdi sadece izleri duruyor. Köprü, 1998 yılında anıt eser olarak tescillenmiş ancak yakın zamana kadar taşıtların üzerinden geçmesi dolayısıyla ciddi yıpranmaya maruz kalmış. Yine de ihtişamını bugüne kadar korumayı başarmış.


Kaynaklar köyü merkezine gelelim. Merkezde dikkat çekici bir mimariye sahip tarihi bir ev yok. Sadece yaşını 1950 öncesine çekebileceğimiz bazı taş evler var. Buca’nın merkezindeki Sakız mimarisinden eser yok. Anadolu köy mimarisi var. Elbette Buca büyük bir kasaba konumundaydı ve artık şehirleşmiş diyebileceğimiz bir nüfusa sahipti. Tahtalı ise hayvancılığın önemli yer tuttuğu küçük bir Yörük köyüydü. Kaynaklar Köy Meydanı’ndan az yukarıya, köyü çevreleyen tepelerden birinin eteğine geldiğimizde köylülerin ”Eski Camii” dediği, minaresinden anlaşılabileceği gibi tarihi olan bir camiye geliyoruz. Caminin tarihi en azından 1900’lerin başına denk geliyor gibi. Ancak caminin kendisi eski bir yapıyı andırmıyor. Minaresi ise tarihi olmasına rağmen başarısız bir restorasyon geçirmiş ve mermer taşlarla kaplanarak eski yapısından biraz uzaklaşmış. Çevredeki taş evlerden bu yerleşim bölgesinin, eski yerleşimin olduğu Tahtalı köyü olduğu tahmini yapılabilir.


Eski Camii mevkisinden az aşağıya inilince köy meydanına geliniyor. Meydanda tarihi bir yapı yok. Devasa ağaçlar dikkat çekiyor. Bu ağaçlardan bir tanesi yaşının bin yıla yakın olduğu söylenen ve ”kunduracı çınarı” olarak adlandırılan devasa çınar ağacı. Eskiden ağacın içinde bir kundura tamircisi yaşıyormuş. İsmini de buradan almış. Bu ağacın yaşı Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından 980 olarak hesaplanmış ve 1994 yılında ”anıt ağaç” olarak tescil edilmiş. Eskiden ağacın kovukları açıkken, şimdilerde koruma amacıyla kovukların gri renkli bir madde ile kapatıldığı görülüyor. Onun kadar büyük ve yaşlı olmasa da, kunduracı çınarına eşlik eden başka devasa ağaçlar da var. Meydandan akan ve ileride Tahtalı Çayı’na katılacak kollardan biri olan Gürlek Çayı, meydanın ortasından akarak meydana güzel bir hava katıyor. Ancak Türkiye’deki dereleri kanala çevirme sevdası burada da kendini göstermiş ve çay, köy meydanından üstü açık bir su kanalı şeklinde akıyor. Eskiden daha bol olan suyu da artık azalmış. Kasım-Aralık gibi başlıyor ve Mayıs ayına kadar akıyor. Yazın suyu yok. Köy meydanı, daha öncesinde köyde eğlencelerin, düğünlerin, bayramlaşmaların yapıldığı bir nevi toplanma yeriymiş. Günümüzde bu özelliğini büyük oranda kaybetmiş. Daha çok turizm merkezi haline gelmiş. Yine de güzelliğini halen koruyor.



Meydandan biraz aşağıya iniyoruz. Kaynaklar Köy Mezarlığı’nı solumuza alacak şekilde ilerliyoruz. Mezarlıkta Osmanlı Dönemi mezar taşları var. Mezarlığın hemen dibinde eski yıkık bir cami ile karşılaşıyoruz. Köylülerin verdiği bilgilere göre bu cami Kaynaklar’ın en eski camisi. Yapım yılı 1800’lere dayanıyor. Buca ilçesi sınırları içerisinde yer alan en eski cami olduğu anlamına da geliyor çünkü Buca’nın merkezinde bile yapım tarihi 1800’lü yıllara dayanan bir cami yok. İsmine ”Cuma Camisi” diyorlarmış. Sebebi ise şuymuş: eskiden civar bölgelerde cami olmadığından dolayı yakınlardaki köylerden insanlar cuma namazlarını kılabilmek için buradaki camiye gelirlermiş. Bundan dolayı da Cuma Camisi denilmiş. Caminin tavanı son yıllarda çökmüş. Şimdi sadece duvarları duruyor. Geçmiş yıllarda bir restorasyon düşüncesi olmuş ancak yeterince destek gelmeyince gerçekleşmemiş. Gerçekten de restorasyon yapılmazsa yok olma tehlikesi ile karşı karşıya. Caminin avlusu denilebilecek, iki yol arasındaki bölgede de Osmanlı Dönemi mezar taşları görülüyor. Bu durum geçmişte caminin avlusunun da mezarlık olarak kullanıldığı izlenimini doğuruyor. Günümüzde caminin sağından ve solundan iki yol açılmış. Cami ve avlusu iki yolun arasında kalmış ve hoş bir görüntü oluşmamış. Caminin çevresinde eski bir yerleşim kalıntısı bulunmuyor. Buradan da bir kez daha anlaşılıyor ki, bu bölge yukarıdaki tarihi Tahtalı köyünün mezarlığı olarak kullanılıyordu. Cuma Camisinin neden Tahtalı köyünün içine değil de buraya yapıldığı ise bir soru işareti. Belki de tüm köylerin ortak kullanım alanı olduğu için buraya yapılması düşünülmüştü. Yukarıda da bahsedildiği gibi az aşağısında şimdi olmayan Çorlu köyü bulunmaktaydı.

Kaynaklar köyünde bir de İngiliz tüccarlardan Ernest Abbott’a ait simli kurşun ve çinko işletmesi varmış. Devlet arşivlerinde madenlerin ihalesinin 1909 yılında yapıldığı bilgisi var. Madenlerin işletmesi 9 Mayıs 1926 tarihinde feshedilmiş. Bu madenlerin yeri tam olarak neredeydi belli değil.


Bazı eski kaynaklarda ve haritalarda Ludruk Çiftliği olarak adlandırılan bir yerden bahsediliyor. Kararas’a göre bu çiftlik Buca’dan 5 kilometre doğuda bulunmaktaydı ve bugün 5 kilometre doğuya gidildiğinde Zafer Mahallesi’ne ulaşılıyor. Zafer mahallesinin olduğu yöreye eskiler ”Olduruk” derler. Günümüzde de bu isim zaman zaman kullanılır. Olduruk ve Ludruk sözcüklerinin benzerliği de dikkat çekiyor. Herhangi bir kanıt yok ancak Ludruk Çiftliği muhtemelen burada olmalıydı. Zaten Zafer Mahallesi’nin çevresinde de kayda değer başka bir yerleşke yok. En yakınındaki sebze hali, Buca Gölet ve etrafındaki işletmelerin olduğu araziler eskiden tarla ve ormanlık bölgeymiş. Kararas, Ludruk Çiftliği’nden ”büyük bir Türk Çiftliği” olarak bahsetmiş. Bu çiftliğin yerinde daha eskiden de bir Bizans köyü olan Dri köyü bulunmaktaymış. Günümüzde ne çiftlikten ne de Bizans köyünden geriye bir şey kalmamış. Evler ve sanayi tesislerinin olduğu çirkin bir mahalleye dönüşmüş. Bir de yerleşkeye bitişik olan Bucaspor Kulübü’nün tesisleri var.

Eski kaynaklarda Yıldızlar ile Çorlu arasında Manastır diye bir yerden söz edilmekte. Frontrier burayı ”Tahtalı’nın bir saat güneyinde ve Buca’dan iki buçuk saat mesafede, Tahtalı Çayı’nı geçince” olarak tarif etmiş. Tam olarak nerenin kastedildiği belli değil. Muhtemelen burada bir yerleşkeden ziyade, antik bir kalıntı vardı. Kırklar köyünün doğusunda da Manastır diye bir bölge var. Ancak ne eski haritalara, ne de Frontrier’in tanımına uymadığı için farklı bir yer olmalı.


– Karapınar suyu –

Kaynaklar yöresinden ayrılmadan önce İzmir’in antik dönemdeki su ihtiyacını karşılayan Karapınar su yolunun geçtiği vadiye gidelim. Karapınar su yolu tamamen Buca’dan geçmez. Bir kısmı Bornova ilçe sınırlarından da geçer. Karakapı’dan sonra ise Kadifekale’ye kadar Konak ilçe sınırlarına dahil olur. Yine de genel anlamda bir Buca su yolu olarak adlandırılabilir. Buca; tıpkı Osmanağa, Vezirağa ve Kozağaç su yollarında olduğu gibi, İzmir’in su ihtiyacının karşılanması açısından Karapınar su yolu vesilesiyle de kritik bir öneme sahip olmuş.


Alman arkeolog Georg Weber, 1899 yılında yayımladığı ”İzmir’in su yolları” isimli kitabında Karapınar suyolu ile ilgili ayrıntılı bilgiler vermiş. Weber’in tarifi ve eski haritalara göre Karapınar suyunun çıktığı yer, Kaynaklar köyünün 3-4 kilometre kuzeyinde yer alıyor. Kaynaklar’ın kuzeyindeki tepeleri aştıktan sonra eski ismiyle Arapdere, şimdiki ismiyle ise Gökdere Vadisi’ne gelirsiniz. İşte kaynak bu vadinin biraz daha yukarısındaki bir noktadan çıkar. Antik dönemdeki uygarlıklar, rakımı dolayısıyla İzmir’e getirilmeye uygun bu suyolunun çıktığı yerden itibaren bir su hattı oluşturmuşlardır. Bu hat, öncelikle güneye inerek Portara (Türkçe: büyük kapı) denilen geçite gelir. Priori (Türkçe: testere) denilen sırttan batıya doğru ilerleyip sonrasında, geçmiş kaynaklarda ”kale” olarak adlandırılan ve günümüzde Sivrikaya olarak bilinen tepeden geçerek güneye, yani Kaynaklar’ın batısındaki tepelere iner. Gökdere Vadisi’ni aşarak buradan Buca’nın doğu yüksekliklerine nereden çıktığı tam olarak belli değildir. Georg Weber de bu duruma sadece tahminsel açıdan yaklaşabilmiştir. Weber’e göre Gökdere köyünün aşağısındaki bir noktadan Buca’nın doğu tepelerine ulaşır. Buradan yukarıya çıkarak ”Kryadagara” olarak adlandırdığı ve muhtemelen bugün Orman Yangınları İşçi Eğitim Merkezi’nin olduğu tepeden geçer. Daha da kuzeye giderek, ”Petraloni” olarak adlandırdığı ve günümüzde Ege Organize Sanayi Bölgesi ile Oyak Konutları’nın olduğu bölgedeki bir noktadan İzmir yönüne döner. Buradan sonra Buca ile Kokluca’yı ayıran sırtları geçerek Yıkıkkemer bölgesine varır ki, Yıkıkkemer de ismini bu suyolunun bir parçası olan ve günümüze gelemeyen kemerlerden almıştır. Ardından yine ismini bu hattan alan Karakapı’ya ve oradan da bugün Atatürk Maskı’nın olduğu kayalığa ulaşır. Buradan aşağıya inerek vadiyi geçer ve Kadifekale’nin yamaçlarından yukarıya çıkarak batıdan Kadifekale’ye girer.


Şimdi yeniden Kaynaklar yöresine dönelim. Suyolundan geriye fazla bir şey kalmamıştır. Weber bile 1899 yılında yayımlanan kitabında, o zamanlarda bile suyolundan geriye fazla bir şey kalmadığından bahseder. Buca’daki köylülerin suyolunun boruları ve taşlarını aldıklarını ve ev inşaatı ya da vazo gibi sebepler için kullandıklarını söyler. Elbette Buca bölgesi günümüzde öylesine yapılaşmıştır ki, Karapınar suyolunun mantığını kavrayabilmek artık sadece Kaynaklar ve Gökdere coğrafyasından mümkün olmaktadır. Suyolunun en dikkat çekici noktalarından biri Portara (Türkçe: büyük kapı) olarak bilinen geçittir. Bu geçit, suyolu hattının geçebilmesi için kayalığın oyulmasıyla oluşturulmuştur. Bir de Portara’nın yaklaşık 2 kilometre batısında bulunan ve Weber’in ”Smirli” (Türkçe: İzmirli) olarak adlandırdığı bir kaynak vardır. Bu kaynak Gökdere Vadisi tabanına çok yakın bir konumdadır. Weber kaynağın bir kayalıktan çıktığını, bent yardımıyla bir kanala yönlendirildiğini ve Gökdere suyuna karıştığını söyler.

– Gökdere köyü –

Gökdere köyünden bahsetmeden önce ilk olarak Gökdere Vadisi’ni günümüz coğrafyasıyla tarif edelim. Vadi, Bornova Ovası’nın en güney ucunda, Işıklar ve Pınarbaşı’nın arasındaki bir noktada başlar. Yaklaşık 4 kilometre güneye ilerler ve Gökdere köyünden doğuya saparak 8 kilometre daha devam eder ve Nif Dağı’nın zirvelerinden birine yakın bir noktada sona erer. Vadinin güneye, yani Gökdere köyüne kadar inen kısmından yol geçiyor ve dere kısmı da büyük tahribata uğramış. Vadinin artık sadece Gökdere köyünden doğuya, yani Nif Dağı’nın içlerine doğru sokulan bölümünde doğallık kalmış.

Yazar Frontrier, 1892 tarihli kitabında Gökdere yani o zamanki adıyla Arapdere Vadisi’nden, ”30 yıl önce henüz el değmemiş, ormanlık ve haydutlara sığınaklık eden bir vadiyken, şimdi üzüm bağlarının bulunduğu ve tarımın yapıldığı bir vadi” olarak bahsetmiş. Arapdere kışın bölgedeki değirmenleri döndürecek kadar çok akarmış ancak yazın ve baharlarda sadece vadinin tepesinde (muhtemelen Karapınar dolayları) su bulunurmuş.

Gökdere Vadisi’ni takip eden ve aynı isimle adlandırılan Gökdere suyu, Gökdere köyüne geldiğinde kuzeye doğru yönelir ve daha da ileride Bornova Ovası’na çıkarak en sonunda Halkapınar’dan körfeze dökülür. İşte derenin döndüğü bu noktadaki Gökdere köyü, aslında Bornova ilçe sınırları içerisindedir. Ancak Bornova’dan çok Buca ile ilişkisi vardır. Bundan dolayı daha çok bir Buca köyü sayılabilecek Gökdere köyünden bahsetmemek olmaz.

Türk-Yunan nüfus mübadelesi dolayısıyla 1924 yılında Midilli’den Anadolu’ya göçler olur. Göçmenler arasında 30 hane de Yörük vardır. Bu hanelerden 10 tanesi, Yörüklerin çoğunlukta olduğu bu bölgeye gelir. Bu aileler, Arapdere yöresindeki 4.000 dönümlük büyük bir çiftliği satın alır ve buraya Gökdere köyünü kurarlar. Gökdere ismine ilk defa 1927-1928 kayıtlarında rastlanıyor. Yörenin ismi cumhuriyetten sonra muhtemelen içinde ”Arap” ismi geçtiğinden dolayı Gökdere olarak değiştirilmiş. Köyden 79 haneli ve 353 nüfuslu bir köy olarak bahsedilmiş. Köy nüfusunda fazla bir değişme olmamış. Köyün nüfusu günümüzde 400 kişiyi ilk defa 2019 yılında geçti. Ne var ki, köyün yanından geçen Gökdere Caddesi üzerinde son yıllarda açılan bazı fabrikalar ve dükkanlar dolayısıyla, köyün doğal yapısının tehdit altında olduğu söylenebilir.


– Belenbaşı köyü –

Kaynaklar’ın kurulduğu ovadan güneye doğru inerek Tahtalı Çayı’nı takip ettikten sonra Buca yoluna çıkarsınız. Buradan batıdaki Buca yönüne doğru değil de, doğuya doğru yaklaşık 4 kilometre gidince karşınıza çevresine göre yüksekçe bir platoda kurulmuş Belenbaşı köyü gelir. Buradaki köylülerin dediğine göre Belenbaşı köyünün ismi de bu yükseklikten gelmekteymiş. Belen kelimesi Yörük dilinde ”yüksekte kalan yer” anlamına geliyormuş. Yukarıda da belirtildiği gibi, bazı köylülerin de dediğine göre Belenbaşı, Kaynaklar yakınlarındaki Çorlu köyünün köylülerinin buraya gelmesiyle kurulmuş. Ancak tarih sayfalarını karıştırdığımızda köyün düşünülenden daha eski olabileceğini görüyoruz. 1891 yılında köyün nüfusundan 46 hane ve 421 kişi olarak bahsediliyor. Köyün ismi ise ”Bilamebaşı” olarak geçiyor. Zamanın şartlarına göre nüfus oldukça büyük. Ayrıca Belenbaşı Muhtarlığı’nın ulaştığı 1905 yılına ait verilere göre köyde 10 hane ve 312 kişi varmış. Aradaki bu farkın nedeni hakkında bir yorum yapmak güç. Bir göç hareketi buna sebep olmuş olabilir. Ancak Belenbaşı köyünden eski bir haritada Belenköy olarak bahsedilmesi ve köy muhtarlığının da köyün eski isminin Belen olduğunu söylemesi, Bilamebaşı ile Belenbaşı’nın aynı köyler olmama ihtimalini de akla getirmiyor değil. Biraz daha ileriye bakıp, 1923 yılı verilerine bakıyoruz ancak tüm Buca köyleri olmasına rağmen Belenbaşı ya da benzer bir isim gözükmüyor. 1927-1928 yıllığına göre ise köyün nüfusu 18 hane ve 110 kişiden oluşuyor. Çevresindeki köylere göre nüfusu oldukça az. Tüm bu bilgiler de köyün Çorlu’dan göç eden köylülerce kurulmuş daha yeni bir köy olma tezini kuvvetlendiriyor.

Köylülerin söylediğine göre köyü kuranlar Antalya’nın Karateke bölgesinden gelme Yörüklermiş. Bu Yörüklerin ataları 1800’lü yıllar boyunca Torbalı, Kemalpaşa dolaylarında göçebe olarak yaşadıktan sonra bu yörede yerleşik hayata geçmişler. Köyü ilk kuranlar – muhtemelen Çorlu’dan gelme olan – bir kaç aileymiş. Sonrasında yenileri eklenmiş, nüfusu artmış. 1950 yılında köyün nüfusu 225’e, 1970’de ise 430’a çıkmış. Sonrasında hızlı bir şekilde büyümüş ve bugün 1200’den fazla nüfusa sahip. Diğer köylere göre daha geç kurulan bir köy olsa da, bugün Kaynaklar’dan sonra en fazla ilgi gören ikinci Buca köyü olduğunu söylemek yanlış olmaz. Diğer Buca köylerinin aksine etrafında büyük bir yükselti olmadığı ve köyün kendisi de hafifçe yüksek bir noktada kurulu olduğu için son yıllarda buradaki arsalara büyük bir talep var. Tek dezavantajı ise 2 kilometreden daha az mesafede, Kırklar yolu üzerindeki sevimsiz cezaevi.

Buca köylerinin tarihi hakkında yazılı bilgiler çok sınırlı. Bundan dolayı da köylülerin anlattıkları daha da önem kazanmakta. Belenbaşı köylülerinden yaşı ilerlemiş olanlar köy hakkında önemli bilgiler veriyor. Verdikleri bu bilgilerin aşağı yukarı tüm Buca köyleri için geçerli olduğunu varsayabiliriz. Ne de olsa köyleri kuranlar hep Yörük geleneğinden gelme ve muhtemelen de ataları akraba aileler. Köylülerin dediğine göre, köyü kuranlar ilk zamanlarda hayvancılık ağırlıklı bir yaşam tarzını benimsemişler. Hatta yaylak-kışlak yaşam tarzı köy kurulduktan sonra da bir süre devam etmiş. Sonraki yıllarda burada da tarım ağır basmış. Bir dönem tütün de yetiştirilmiş ancak 1990’lı yıllarda tütün üretimine kota getirilmesi dolayısıyla tütün ekimi terk edilmiş. Bugünlerde kiraz, zeytin, incir ve sebze yetiştiriciliği ön plandaymış. Köyde resmi eğitim 1960 öncesinde yokmuş. Evlerde ders verilirmiş. Okumak isteyenler Buca’ya gitmek zorundaymış. Bunun için de her gün at ya da eşek sırtında Buca’ya gidilmesi ya da çocuğun Buca’da – eğer varsa – bir tanıdığının yanında kalması gerekirmiş. Bu da imkansıza yakın olduğundan, eskiden köyde okuma-yazma oranı azmış ki, bu durumun tüm Buca köyleri için aynı olduğunu düşünebiliriz. İlk ilkokul ise 1960 senesinde açılmış. Köyde eskiden görücü usulü ile evlenme varmış. Akraba evliliği ise yaygınmış. Ancak diğer köylerle kız alıp-verme de oluyormuş. Düğünler üç gün, üç gece sürer ve kadınlarla erkekler birlikte oynamazmış. Oyun olarak zeybek ve çiftetelli oynanırmış. Köyde kahvehane yokmuş. Köy evlerinde toplanılırmış. Köyde davul ve zurna çalınırmış. Kadınlar ise dümbelek çalarmış. Yemek olarak keşkek ve yayık ayranı öne çıkmaktaymış. 2000’li yıllara kadar eski, mütevazi yapısını koruyan ve büyük oranda Yörüklerden oluşan köye, özellikle son yıllarda dışarıdan önemli sayıda göç gelmiş. Araziler imara açılmış ve evlerin sayısı artmış. Belenbaşı köyü de dışarıya doğru genişlemiş. Köyde eskiden Buca’ya vasıta yokmuş. Yollar ise topraktan ve bir hayli bozukmuş. Hayvancılığın halen yoğun olduğu dönemde, köylüler hayvan ürünlerinden arta kalanları Buca’da satmaya gidermiş. Köyde gazete yokmuş. Zaman zaman devlet tarafından uçak aracılığıyla köye gazete atılırmış. Köye ilk traktörler 1950’li senelerde gelmiş ancak bir kaç taneymiş. 1970’lerden sonra sayı yavaş yavaş artmaya başlamış.

Buca köyleri arasında en yeni köy olan Belenbaşı’nda kayda değer bir tarihi yapı bulunmuyor.


– Kırklar köyü –

Belenbaşı’nın doğusunda bulunan tepeyi aşarak aşağı indiğinizde, üç tarafı tepe ile çevrili ve arkasını Nif Dağı’nın eteğine yaslamış bir köye gelirsiniz. Burası Kırklar köyüdür. Buca’nın diğer köylerinde olduğu gibi burası da bir Yörük köyüdür. 1891 yılındaki salnamede ismi geçmektedir. 27 hane ve 161 kişiden oluştuğu bilgisi mevcuttur.

Köylülerin dediğine göre, eskiden burada kırk yatır varmış. Ayrıca kırk sayısı Yörükler için kutsalmış. Köyün ismi de buradan gelmekteymiş (not 3). 1923 yılında köyde 48 hane ve 167 kişi varmış. Bu sayı 1927-1928 yıllığında 62 hane ve 273 kişi olarak gösteriliyor. Sayılardan köyde büyük nüfus dalgalanmaları olmadığını söyleyebiliriz. 1955 yılında ise nüfus 552 kişiye yükselmiş.

Belenbaşı gibi Kırklar’da da kayda değer bir tarihi yapı bulunmuyor. Evler eski tip yığma taştan ziyade modern şekilde yapılmaya başlanmış. Az sayıdaki eski evin ise ya kullanılmadığı ya da ahır gibi ikincil meskenlere dönüştürüldüğü görülmekte.

Kırklar köyündeki eski mezarlıktan bahsetmeden geçmek olmaz. Doğancılar yolu üzerindeki tarihi mezarlıkta en az 200-300 adet tarihi mezar taşı bulunuyor. Mezar taşları Osmanlı Dönemi’ne ait ancak anlaşılan şu ana kadar bu mezarlar üzerine ciddi bir çalışma yapılmamış. Oysa ki burada yapılabilecek bir çalışma Yörük kültürü ve tarihi üzerinde bilinmeyenleri gün yüzüne çıkarabilir.


– Doğancılar köyü –

Doğancılar köyü, Kırklar’ın yakın komşusudur. Kırklar köyünden 2,5 kilometre güneydoğuda bulunur. Nif Dağı’nın güney eteklerinde, çevresine göre yüksekte kalan bir sırtın üzerine kurulmuştur. Ana yollardan uzak bir konumda kalması sayesinde diğer köylere göre daha doğal bir coğrafyaya sahiptir. Nüfus olarak da en az nüfusa sahip Buca köyüdür. Köyün geçmişi ise 1800’lü yıllara dayanıyor. 1891 yılında 23 hane ve 146 kişiden oluşan ufak bir köy olarak ismi geçmekte. 1923 yılında 36 hane ve 240 kişiden oluşuyormuş. 1927-1928 senelerinde nüfusu 52 hane ve 237 kişiye ulaşmış. Köy sonrasında da büyük bir nüfus hareketine uğramamış ve günümüzde bile nüfusu 200’ler seviyesinde.

Köy tarihi hakkında ayrıntılı bir bilgiye ulaşılamadı ancak köyün 1800’lü yıllarda Yörük bir grup tarafından kurulduğunu tahmin etmek güç olmayacaktır. Köyde dikkat çekici tek tarihi yapı 1945 yılında yapılan Osmanlı tarzı köy camisi.


– Karacaağaç köyü –

Karacaağaç köyü, Belenbaşı’ndan 2,5 kilometre güneyde bulunuyor. Buca-Torbalı ilçe sınırında ve sadece 1 kilometre güneyinde Torbalı’ya bağlı Demirci köyü var. Karacaağaç köyü de konumu dolayısıyla tıpkı Doğancılar köyü gibi büyük bir değişime uğramamış, doğal kalmış. 1891 yılında 30 haneden ve 170 kişiden oluşan bir köymüş. 1923 yılında 57 hane ve 168 kişiden oluştuğu belirtilmiş. 1927-1928 yıllığında ise 71 hane ve 351 kişilik nüfus ile büyük bir göç dalgasına uğramış. Sebebi belli değil ancak bir grup muhacir köye iskan edilmiş olabilir. Bunun araştırılması gerekir. 1955’te nüfusu 487’ye yükselmiş. Sonrasında nüfusu büyük bir artış göstermemiş ve 700 kişi sınırını ilk defa 2018 yılında geçmiş.

Karacaağaç ismi 1800’lü yıllardaki haritalarda açıkça görülmekte ve buradan da ismi hiç değişmemekle birlikte, bir hayli eski bir köy olduğu izlenimi doğmakta. Kuruluşu 1800’lü yılların başına tarihlenebilir ve diğer köyler gibi Yörüklerin kurduğu bir köy olmalı. Nadir de olsa bazı harita ve kaynaklarda ”Karaağaç” olarak da yazılmış. Bazı insanlarca böyle adlandırıldığı gibi yanlışlıkla da böyle anlaşılmış olabilir.

Karacaağaç’ta bir kaç tane taş ev dikkat çekici. Onun dışında köy mimarisinin burada da eskiye göre bir hayli azaldığı ve yerini modern tarzdaki tek ve iki katlı evlerin aldığı görülüyor. Köyün camisi de Osmanlı tarzi bir mimariye sahip. Tarihi hakkında bir bilgi alınamadı ancak yapılış tarihi 1900’lerin başına kadar götürülebilir.


– Yıldızlar köyü –

Son olarak Belenbaşı’nın 4 kilometre batısında, Tahtalı Çayı’nın batı kıyısında bulunan ve günümüzde yanı başından otoban geçen Yıldızlar köyünden bahsedelim. Aslında geçmiş zamanda köy bile denemeyecek kadar küçük bir yerleşke, muhtemelen hayvancılık amacıyla Yörükler tarafından oluşturulmuş bir mezraydı. Eski haritalarda ”Saringi” ismiyle gözükür. Türkçe’ye Sarınç ismiyle çevrilebilir. Frontrier, kitabında Sarınç’ın, Çorlu’nun güneyinde 2 saat yürüme mesafesinde olduğunu söylüyor. Bir de şu bilgiyi ekliyor: Sarınç’a gelmeden hemen önce Palyohori (Türkçe: eski köy) olarak adlandırılan ve içinde Bizans Dönemi’nden kalma pek çok yıkıntının olduğu bir yer varmış. Sarınç’ın nüfusu ile ilgili tek kayda değer veri, 1923 yılı verisidir. ”Sarınç Çiftliği” olarak geçen yerde 15 hane varmış ve toplam 30 kişi yaşamaktaymış. Neden ve ne zaman Yıldızlar olarak isminin değiştiği ile ilgili bir bilgi yok. Günümüzde 700 dolayında nüfusa sahip olan köyde, taş evler halen mevcut. Elbette yanı başından geçen İzmir-Aydın otobanı dolayısıyla eski ücralığını kaybetmiş durumda ancak köyün çevresinde kayda değer bir yerleşim olmaması dolayısıyla halen doğallığını büyük ölçüde koruduğu söylenebilir.


– Sonsöz –

Buca’nın doğu ve güney kırsalında bulunan köyleri gezdikten sonra ilk izlenim, köylerin Anadolu köylerine göre çok daha fazla değişime uğradığı yönünde. Köylerin tümünde tarihi taş evler neredeyse yok denecek sayıda. Olanların ise çoğu ya terk edilmiş ya da ahır vb. maksatlarla kullanılıyor. Halen iyi durumda olan çok az sayıda taş eve rastlandı. Bazı tarihi evlerin ise sıva ile kapatıldığı görülüyor. Bu durum da evlerin tarihi olup olmadığının belirlenmesini güçleştirmekte. Beş Buca köyünden üç tanesinde (Doğancılar, Karacaağaç, Kaynaklar) tarihi camiler mevcut. Dikkat çekici tarihi yapı olarak adlandırılabilecek yapılar da zaten bunlar.

Buca köylerinin mezarlıklarında şaşırtıcı sayıda Osmanlı Dönemi mezar taşı bulunmakta. Kırklar köyünün mezarlığı hem eski hem de yeni mezarlara ev sahipliği yapmakta ancak eski mezar taşlarının olduğu alan çok büyük bir alanı barındırmakta. Ayrıca Kaynaklar köyünde de azımsanmayacak sayıda Osmanlı Dönemi mezar taşı var. Belenbaşı’nda da az sayıda tarihi mezar taşına rastlandı. Osmanlı Dönemi’nde köylerin nüfusunun çok az olduğu düşünüldüğünde şaşırtıcı bir hesap ortaya çıkıyor.

Çorlu ve Manastır denen tarihi bölgelerin tam olarak neresi olduğu saptanamadı. Sadece tahmini yeri biliniyor. Ovadaki arazilerin çok yoğun bir şekilde parsellenmiş olması ve arazilerin büyük bölümünün özel mülk sahipleri tarafından çit ile çevrilmiş olması, bölgede kapsamlı bir arazi taramasını imkansız hale getiriyor.

Kaynaklar bölgesinin yoğun bir yapılaşma içerisinde olduğu görülüyor. Kaynaklar köyünün yukarısında, Tahtalı Dağı’nın eteklerindeki arazilerde bile şaşırtıcı bir şekilde yapılaşma ve insan izleri mevcut. Tahtalı Dağı’nın içlerine doğru açılan araç yolları ile daha fazla insan etkisine de davetiye çıkarılıyor. Yapılaşma ve arazilerin satılması bu hızda giderse, Kaynaklar bölgesi 10-15 sene içerisinde tanınmaz bir hale gelebilir. Kırklar Cezaevi’nin yapılması da Kırklar bölgesine büyük bir zarar vermiş durumda ve cezaevi ile ilgili yapıların genişlemeye devam etmesi ile Kırklar bölgesindeki doğa ve tarım arazileri de büyük bir küçülmeye gitme tehlikesiyle karşı karşıya. Bucalılar için bir kaçış yeri olan Buca köylerinin daha fazla yapılaşmaya maruz kalmaması için gerekli adımların atılması gerekiyor.



- Ekler -

Köyün ismi (eski ismi)189119231927193519501960197019801990200020132019
 Belenbaşı (Bilamebaşı)421
-
1101592253134305406477229731281
Çorlu230126
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
Doğancılar146240237252293-320286269277204243
Gökdere
-
-
353
-
-
-
182208337403366402
Karacaağaç1703333513644694746457511061941654708
Kaynaklar (Tahtalı)273
-
418585810100610821426194637712256*2564*
Kırklar161355273356521592593551599104116251789
Yıldızlar (Sarnıç)
-
30
-
-
-
-
-
-
-
-
601734
Buca köylerinin yıllara göre nüfus bilgileri

*Kaynaklar köyünün 2013 ve 2019 nüfusu, 29 Ekim ve Merkez mahallelerinin toplamıdır.

-----------------------------------------------------------------

-----------------------------------------------------------------



Bu yazı atalarimizintopraklari.com tarafından oluşturulmuştur. Tüm hakları saklıdır. Bu yazının tamamı ya da bir kısmı kitap, dergi ve gazetelerde kaynak gösterilmeden kullanılamaz.



 - Dipnotlar -

1-) Kaynaklar resmi olarak mahalle ancak alışıldığı üzere köy olarak adlandırılacak.

2-) 1855 tarihli Thomas Best Jervis haritasında ”Canlı Kese” diye adlandırılan yer Tahtalı’dan başka bir yer olamaz.

3-) Köyün ismi muhtemelen siyasi sebeplerden 1930’lu yıllarda Kırıklar olarak değişti. Ağustos 2020’de köy yeniden ”Kırklar” ismine kavuştu.

– Kaynakça

1-) Aydın Vilayeti Salnamelerinde Torbalı ve Sultan 2. Abdülhamid’in hayır eserleri, Yasin Kayış.

2-) David Forbes’in 31 Mayıs 1919 tarihli, Amerikan Komisyonu’na yolladığı mektup.

3-) 1923 senesi İzmir Vilayeti İstatistiği, 1. Kitap.

4-) Buca Survey: 2016-2017 yılları mimari tespit çalışması, Ali Kazım Öz-Muammer İreç.

5-) Le Monastère de Lembos, Aristote Fontrier.

6-) Wasserleitungen von Smyrna, Georg Weber, 1899.

7-) T.C. Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı

8- ) Türkiye İstatistik Kurumu

9-) Belenbaşı Köyü’nde sözlü tarih çalışması – Sefa Yapıcıoğlu, Ferdi Arslan